Ülkemizde ve dünyanın dört bir yanında yaşanan orman yangınları, aşırı sıcaklar ve ani sağanakların yol açtığı sel haberleri birbiri ardına gelmekte. Bilim insanları yaşanan bu iklim değişiminin insan faaliyetlerinden kaynaklı olduğunu söylemekte. Bizler, doğanın dokusunu bozdukça, iklim bozulmakta. Doğayla savaşmak yerine, doğayla barışık yaşamamız ve bu çerçevede tasarlamamız gerekmekte.
Bilim insanları, son 20 yıllık dönemde olağanüstü hava olayları ile insan faaliyetlerinden kaynaklanan sera gazı emisyonlarının yol açtığı küresel ısınma arasındaki olası korelasyonları incelemekte. İnsan faaliyetlerinden kaynaklı iklim değişikliğinin 2021'de dünya genelinde yaşanan bir çok hava olayının, gelecekte de artarak daha olası ve daha yoğun hale geleceğine dair çok sayıda bulgu olduğunu belirtmekte. Yıldız Teknik Üniversitesi Doğa Bilimleri Araştırma Merkezi Müdürü ve İnşaat Mühendisliği Fakülte Dekanı Prof. Dr. Şükrü Ersoy, depremle, hortumla, küresel iklim değişimiyle birlikte yaşamak zorunda olduğumuzu; doğanın işleyiş tarzını bildiğimiz takdirde afetler ne kadar artsa da insanların bunlarla baş edebileceğini anlatıyor. Ayrıca atmosferin tam 4 milyar yılda günümüzdeki bileşimine sahip olduğunu fakat insanlığın bunu 50 yılda bozabildiğini; dünyada şimdiye kadar bitkilerin ve hayvanların neredeyse tamamının yok olduğu 5 tane büyük afet yaşandığını ve tümünün de sebebinin iklim değişikliği olduğunu söylüyor. Şimdi ise altıncısının insanoğlu sayesinde yaşamak üzere olduğumuzu, dolayısıyla atmosferin bileşimiyle oynamamak için frene basmamız, iklim değişimine karşı önlem almamız gerektiğini söylemekte.
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Yönetici Sekreteri Patricia Espinosa geçtiğimiz hafta, Paris İklim Anlaşması ile üzerinde uzlaşılan hedeflere ulaşılabilmesi için, bu on yılın sonuna kadar sera gazı emisyonlarının 2010 yılına kıyasla yüzde 45 oranında azaltılması gerektiğini hatırlattı. Espinosa, dünya genelinde son zamanlarda yaşanan sıcak hava dalgalarının, sellerin, taşkınların daha çok ve daha hızlı adım atılması ve mevcut gidişatı değiştirmemiz gerektiği konusunda ciddi birer uyarı olduğunu, dünyanın şu anda her şeyden çok iklim eylemine ihtiyaç duyduğunu vurguladı.
Bizlerin de artık doğaya karşı değil, doğayla birlikte hareket etmemiz gerekmekte. Sürdürülebilirliği hayatımızın her alanında olmazsa olmazı kılmalıyız. Sürdürülebilirliği, insan yerleşimlerinde kurgulayabilmemizi sağlayan bütünsel bir tasarım bilimi olan “Permakültür” tasarım biçiminden kısaca bahsetmek istiyorum sizlere.
Permakültür, İngilizce ‘kalıcı’ (permanent) ve ‘tarım’ (agriculture) kelimelerinin birleşmesinden oluşmakta. Fakat terim sadece tarımla ilgili değil; sürdürülebilir tarım, yaşam, mimari yöntemlerinin neredeyse tümünü kapsamakta. Permakültür, insan yerleşimlerini, doğada bulunan ilkelere ve sürdürülebilirlik fikrine göre tasarlamak anlamına gelmekte. Ekolojik tasarım ve mühendisliğin yanı sıra kaynak yönetimini gerektiriyor.
Permakültür kavramının isim babası Bill Mollison, “Permakültür: Bir Tasarımcı Elkitabı” adlı eserinde permakültürü şöyle tanımlamakta: Permakültür, doğal ekosistemlerin çeşitliliğine, istikrarına ve esnekliğine sahip olan tarımsal olarak üretken ekosistemlerin bilinçli tasarımı ve bakımlarının sağlanmasıdır. Üzerinde yaşayan insanlar ile arazinin, gıda, enerji, barınak ve diğer maddi ve manevi ihtiyaçları sürdürülebilir bir şekilde karşılayan ahenkli bütünleşmeleridir.
Bill Mollison, permakültürün etik ilkelerini ise şöyle sıralar:
– Yeryüzüne Özen Gösterme; bütün yaşam sistemlerinin, canlı-cansız tüm varlıkların devamı ve çoğalması için gerekli koşulların sağlanması.
– İnsanlara Özen Gösterme; insanların gıda, barınak, eğitim, tatmin edici iş ve keyifli insan ilişkilerine sahip olarak sağlıklı bir şekilde var olmaları için gerekli kaynaklara ulaşmalarının sağlanması.
– Nüfus ve Tüketime Sınır Getirme; kendi ihtiyaçlarımızı kontrol altına alarak yukarıdaki ilkeleri desteklemek için zaman, para veya enerji cinsinden kaynak ayrılması.
Enerjinin depolanması, verimli kullanılması ve dönüştürülmesi (Örneğin, yağmur suyunun depolanıp, su ihtiyacı için kullanılması), Fayda sağlayacak bir ürün/verim elde edilmesi (Bir çalışanın, çalışırken fazla enerji israfından kaçınması bile doğaya fayda sağlayacak bir üretim sayılabilir), Yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanan, minimum atık üretimi ve atıklarını dönüştüren ekolojik binaların tasarlanması, gündelik hayatımızda uygulayabileceğimiz bazı yöntemler olarak sıralanabilir.