Sanatın vücut dili
Yüce Yaradan bizlere gözümüzün gördüğü tüm güzellikleri doğa harikası olarak yaratmıştır. İnsanoğlunun bu güzellik içerisinde tarihten beri barınma ihtiyaçlarını karşıladığı dünyada doğanın kendi doğal güzellikleriyle bütünleştirdiği yaşam alanları tarihten günümüze mimari açıdan ilmek ilmek dokunup insanlığın hizmetine sunulmuştur. Yerleşik hayata geçildikten sonra doğal malzemelerle yapılan yapıların birçoğu günümüze kadar yaşayan sanat eserleri olarak önümüzde durmaktadır.
Şanlıurfa ilimizde tespit edilen insanlık tarihinin en eski yapılarından biri olan Göbekli Tepe’deki yapılar bizlere insanlığın ilk kuruluşundan beri mimari sanatın gelişerek yaşamımızda önemli bir yer alacağının işareti olmuştur.
Yine insanoğlunun topluluklar halinde yaşamaya başladıktan sonra hayata geçirdikleri hanlar, hamamlar, saraylar, surlar, kalelerde de yine bir mimari anlayışın hâkim olduğunu kanıtlamıştır.
Dinler tarihine de baktığımızda yapılan tüm inanç topluluklarında mabetlerin ve tapınakların inşa sürecinde izlenen yol ve yöntemler ortaya mimarlık açısından harikulade eserlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Gerek tarih boyunca gerekse de günümüz modern çağda yapılan yapılar salt bir yapı kültürü veya sadece bir mimari anlayışla basite indirgenemez. Tüm ortaya çıkan bu eserler her biri kendi içerisinde tasarım aşamasından hayata geçirilmesine kadar bir mimari sanat anlayışının ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. İster az katlı yapılar isterse de dikey yapılan gökdelenler bizlere gözümüzün gördüğü doğal güzelliklerle bir bütünlük, ahenk içerisinde tasarlanmış olup her yapının bir hikâyesi bir ilham kaynağı vardır. İnsanlar doğal yaşamda barınma ihtiyacını karşılamak istediklerinde dahi mimarinin sanatsal ruhunun daha fazla nakşedildiği yapıları tercih etmektedir.
Canlı olmayan binaların aslında mimari sanat anlayışının eseri olmasından dolayı farklı bir hikâyesi farklı bir ruhu ve bakanlarda farklı bir his uyandırmaya vesile olacağı bellidir.
Bizler mimari anlayışımızda tüm projelerimizde ufak, büyük demeden bir sanat icra ettiğimizi ve mimari yapıları sadece kullananlara değil görsel olarak açık bir müzede sergiliyormuş gibi davranıp ona göre nesiller boyunca bizden sonraki meslektaşlarımıza ilham kaynağı olarak yansıtmamız gerekiyor.
Ülkemizde birçok üniversitede mimarlık bölümlerinin güzel sanatlar fakültesi bünyesinde olması mimarlığın insanoğlunun yaşamındaki sanatsal değerinin ne kadar önemsendiğinin bir kanıtıdır. Bizler mimarlığı bir sanat anlayışıyla diğer yaşamın güzellikleriyle uyumlu bir hale getirip yazımın başında belirttiğim gibi bize sunulan doğal yaşamı yapılandırdığımız çalışmalarla bir ahenk içerisinde olmasına azami gayret göstermeliyiz.