Günümüz kentleşme koşullarında başta beton, çelik olmak üzere, pek çok teknolojik uyaranların olduğu endüstriyel ürün ve alanlara maruz kalmaktayız. İçlerinde bulunduğumuz bu yeni üretilen suni mekanlar, uzmanlar tarafından araştırılınca anlaşıldı ki bu alanlar insanları mutlu etmiyor. İnsanlık depresyona doğru sürükleniyor. Ve yine araştırmalar ortaya çıkardı ki, doğayı yaşam alanlarımıza tekrar kazandığımız doğrultuda mutluluğumuz artmakta.
Biyofili, biyolog Edward O. Wilson'ın, insanların yaradılıştan gelen yaşama ve yaşayan sisteme karşı sevgi ve yakınlığının olduğunu varsaydığı bir felsefedir. Bu düşünce sistemi 1980'lerin başlarına dayanmaktadır. Biyofilik tasarım ise, doğayla olan ilişkimizi yaşam alanlarımızda artırmayı amaç edinmiş mimari bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmaktadır. Biyofilik yaklaşımla tasarlanmış yapılarda doğal malzemelerin, doğal aydınlatma ve havalandırmanın, iç mekanlarda yeşil bitkilerin ve yeşil elemanların, su elemanlarının mevcudiyetinden söz edebiliriz. Bu niteliklerle tasarlanmış yapılarda, daha üretken ve daha sağlıklı bir çevre oluşturularak, kullanıcı ve bireylerin memnuniyeti hedeflenmektedir.
Modern Mimarlık her zaman yaşanan dönemin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik çözümler arar. O sebeple de her dönem yaşayan tek bir mimari akım vardır benim nezdimde; o da modernizmdir. Modern mimarlık dediğimizde ise günümüzde “biyofilik tasarım” karşımıza çıkıyorsa şayet, bu yalnızca yapılı alanların fazlalaşmasından, çarpık kentleşmeden, yeşili koruyamamaktan değil; aynı zamanda bu doğuştan gelen doğa sevgisine duyulan hasret ve özlemimizin de neticesidir.
Sanayinin, üretimin fazla olduğu bölgelerde yapılaşma hızla devam etmektedir. Yoğunlaşan nüfus ile artan maliyetler neticesinde, küçülen alanlarda minimum maliyetlerle bireyler yaşamlarını idame ettirmektedir. Yapılarda doğa ile içiçe olma düşüncesinin neredeyse bir lüks gibi algılandığı, bahçeden, doğadan ve doğallıktan kopuşların yaşandığı bu dönemde, bu kapalı yaşam alanlarında zaman geçiren bireylerde zamanla konsantrasyon bozuklukları, depresyon gibi çeşitli mental problemlerin yanı sıra, pek çok fiziksel rahatsızlıkların da ortaya çıkmaya başladığı gözlemlenmiştir.
Her zaman vurguladığım ve sıkça bahsettiğim bir konu vardır ki bu; insan hayatının % 87’sinin kapalı iç mekanlarda geçtiğidir. Bu alanların nasıl tasarlandığı ise kullanıcıların fiziksel, sosyal ve ruhsal hayatlarını etkilemektedir. 2001 Ulusal İnsan Aktivite Anketi, doğayı çeşitli şekillerde referans alan iç mekanları ortaya çıkarmanın ve iç ortamlar yaratmanın gerekliliğini söyler. İç mekân tasarımı sadece estetik ya da işlevselliği hedef alan bir disiplin olarak değil, aynı zamanda insanların zihinsel ve fiziksel refahlarını iyileştirmenin bir yolu olarak uygulanacak bir değerler sistemidir. Çok sayıda çalışanın olduğu Google, Facebook, Amazon, Etsy vb. pek çok kurumun iç mekânlarda uyguladıkları biyofilik tasarımlarla kullanıcı memnuniyetini sağlayarak başarıyı arttırdıkları bilinmektedir. Bu bağlamda, yaşam alanlarında uygulanacak biyofilik tasarım ile stres azaltılabilir, fiziksel ve zihinsel refahımızı artırabilir, iyileşmeyi hızlandırabiliriz. Çalışma alanlarında ise yaratıcılığı artırarak, düşüncenin netliğini sağlayabilir, bireylerin daha mutlu ve memnun olduğu mekanlar üretebiliriz.