Yarın değil hemen şimdi!
Deprem bölgeleri haritası esas alındığında ülke topraklarının %96’sının farklı oranlarda deprem tehlikesine sahip bölgeler içerisinde yer aldığı ve nüfusun %98’inin bu bölgelerde yaşadığı görülmektedir. Bu bölgelerin %66’sı 1. ve 2. derece deprem bölgeleri, başka bir deyişle aktif fay zonları içerisindedir.
Ülkemizde ve dünyada genel olarak gelişmekte olan ülkelerde kırsal terk edilerek insanlar kentlere göç etmek zorunda bırakılmış ve bu nedenle kentlerde aşırı nüfus artışı gözlenmektedir. Uzmanlar gelecekte dünya nüfusunun %60’ının kentlerde yaşayacağını söylemekte iken TUİK 2021 verilerine göre ülkemizde il ve ilçe merkezinde yaşayanların oranı %93,20’dir. Yani biz kırsal kalkınmaya yüklenmesi gereken görevleri kente yüklemeye çalışarak kırsaldan vazgeçmiş, kentlerimize taşıma kapasitesinin çok üzerinde yükler yüklemiş oluyoruz.
Önemli olan soru; bu doğa olaylarının nasıl olup ta bu şehirlerde doğal felaketlere dönüştüğüdür. Ülkemiz 1.derece deprem bölgesindedir. On binlerce insanımızın öldüğü 2 depremi geçtiğimiz 23 yıl içerisinde yaşamamız elbette tesadüf değildir. Çöken sadece yapılar değil, çöken son 40-50 yıldır hâkim olan kentsel politikanın bizzat kendisidir. O politikayı araştırmamız, anlamamız ve değiştirmemiz gerekmektedir. Meseleyi fay hattından, inşaat mühendisliğinden, müteahhitlik sisteminden, yapı denetim sisteminden, imar planlarından, afet yönetiminden ibaret görmek; sorunun kök sebeplerine inmemizi engellemektedir. Sorunun kökünde kentsel politika anlayışımız vardır. Yoğun göç, plansız şehirleşme, kaçak yapılaşma, imar barışları/afları, politik yaptırımların, kaynakların, kapasitenin ve eğitimli teknik eleman eksikliği, bilgi, deneyim, ekip – ekipman yetersizliği ve gerekli hazırlıkların yapılmaması riski daha da yükseklere tırmandırmaktadır. Riskleri ve toplumun zarar görebilirliğini azaltmak, afetlerin olumsuz etkilerini önlemek için potansiyel risklere karşı stratejiler geliştirilmeli, hukuki, siyasi ve teknik çalışmalar yapılmalıdır. Yani kentlerimizi afetlere karşı “dirençli” hale getirmeliyiz.
Küresel bir eğilim olarak, doğal ve diğer tehlikeler karşısında kentsel kayıplar giderek artmaktadır. Günümüzde afetlerin asıl sahnesi kentlerdir. Kentlerin, hangi tür ve mertebede riskler içerdiği, bunların hangi etkenlerden ötürü yükseldiği, hangi etkinliklerin risk azaltmada başarılı yöntemler olabileceği konularında araştırma ve çalışmalar beklenmektedir. Ülkemizde ve kentlerimizde çeşitli projeler yürütülmekte ise de, kentsel risklerin akılcı yöntemlerle azaltılması için kapsamlı bir “sakınım planı” ve tümüyle azaltılamayan risklerin afet sonrası yönetimi için de kapsamlı “acil durum planları” uygulamaya sokulamamıştır.
Yerleşme alanlarında karşılaştığımız riskler, yalnızca yapıların yıkılma riskinden ibaret değildir. Riskin yapı temelli görülmesi ve “dayanıksız” yapıların yıkılarak konunun bina yenilenmesi olarak algılanması, kat sayısını arttırılarak yada yerinde bina yoğunluğunun arttırılarak çözüm sağlanamayacağı Kahramanmaraş depreminde fiziksel olarak bizlere göstermiştir. 1-2 yıllık binalar yıkılmış, temelden yan yatmış yada oturulamaz hale gelmiştir. Kentsel risk sektörlerinin belirlenmesi, katılımlı süreçlerle risk azaltma plan ve programlarının hazırlanması, ancak plancıların yönetiminde, çok disiplinli ekipler tarafından yürütülebilecek çalışmalardır.
Bütüncül olarak konuyu ele alamıyoruz peki tercih etmediğimiz bina bazlı dönüşümde durum nasıldır? Bina bazlı dönüşümde de başarıya ulaşamamış durumdayız. Milat olarak kabul edilen 1999 depreminin üzerinden 23 yıl geçmiştir. Her yıl riskli konut stoğumuzun %5’ini dönüştürebilsek, şimdi dönüşümü tamamlamış olurduk. Onu bile başaramamışız.
Sonuç olarak; sürdürülebilir, güvenli, yaşanabilir, afete hazırlıklı ve dirençli yaşam çevrelerinin oluşturulabilmesi için, afet tehlike ve risklerini dikkate alan yöntem ve yaklaşımların planlama sistemi ve yapılaşma süreci ile bütünleştirilmesi ve bu konuların yeni yasal düzenlemelere ve kurumsal yapılanmalara entegre edilmesini sağlamak amacıyla sürdürdüğü çalışmaları neticesinde, afet yönetiminin bütünü ve özellikle de afetlere hazırlık ve risk azaltma bileşenlerine yönelik tespit ve değerlendirmelerde bulunarak sorunları belirleyerek bu sorunlara yönelik çözümleri içeren hedef ve stratejiler ortaya konulmalıdır. Amerikalı Jeoloji Araştırmacısı Tom Parsons’un yaptığı çalışma da Marmara Denizi altında 7’den büyük bir depremin olma olasılığı 2004-2014 arası %10, 2004-2024 arası %50, 2004-2034 arası %62 olarak tahmin edilmiştir. Yani saat işlemektedir. Bir an eyleme geçmek gerekmektedir. Yarın değil hemen şimdi…