Dış pazardaki pay kaliteyle artar
Seranit Grup Yöneticisi Ece Ceylan Baba'nın röportajı...
Seranit Grup gibi sektörün en güçlü firmasında Başkan Yardımcılığı görevinde bulunan, İMSAD, SERFED, SERKAP gibi sektörel sivil toplum kuruluşlarında aktif görevler üstlenen ve bunun yanı sıra akademisyen kimliği ile de sektöre yön veren Ece Ceylan Baba çalışkan ve başarılı kişiliğiyle fark yaratıyor. Türk seramik sektörünün geliştiğini söyleyen ancak çıtayı yukarı çıkaracak üst kalite ürün üretilemezse 5 yıl içerisinde Azerbeycan, Türkmenistan ve Kazakistan gibi ülkelerin pazar payımızı tehdit edebileceğini söyleyen Baba, kopyalamadan daha özgün tasarımlar yapmayı öneriyor.
Kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz?
Ankara’da dünyaya geldim. İlk ve orta öğretimimi Antalya’da, lise eğitimini ise Ankara’da tamamladım. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki lisans eğitimime birincilik derecesi ile başladım ve yine birincilik derecesi ile mezun oldum. Yeditepe Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde Yüksek Lisans eğitimimi bitirerek, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde Doktora eğitimimi tamamladım. Şu anda da Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde yardımcı doçent doktor olarak görev yapıyorum. Akademik alanda yüksek yapılaşma, küreselleşme, metropol, kentsel dönüşüm, kullanıcı katılımı, çevre ve kentli psikolojisi, konut tipolojileri ve loft kavramı konularını uzmanlık alanı olarak belirledim. Bu konular bağlamında araştırma ve yayınlarım sürüyor. Yayınlanmış “Tasarım Demokrasisi ve İstanbul” ve “Loft: Modernizmden Postmodernize Geçiş Sürecinde Loft Mimarisi ve İstanbul’daki Yansımaları” isimli iki kitabım bulunuyor. Akademik çalışmalarımın yanı sıra, Baba Mimarlık’ın kurucu ortağı ve Seranit Grup Başkan Yardımcısı olarak profesyonel meslek hayatıma devam ediyorum. Ayrıca İMSAD, SERFED, SERKAP adlı sivil toplum kuruluşlarında da Yönetim Kurulu Üyesiyim.
Mutfak ve banyo sektöründe Seranit Grup’un yeri size göre nerededir?
Seranit Grup 22 yıl önce porselen üretimi ile faaliyetlerine başladı. 2001 yılında Sinpaş Holding tarafından satın alınmasından sonra çok güçlü bir büyüme ivmesi kazandı. Grubun büyümesi iki boyutlu oldu. Öncelikle hacimsel bir büyüme yaşadı. 2011 yılında 1,5 milyon metrekare olan üretim kapasitesi 18,5 milyon metrekareye çıkartıldı. Ancak hacimsel büyüme kadar önem verilen bir konu da üretim kalitesine, tasarıma ve yenilikçiliğe odaklanarak tasarımda lider olmaktır. Geride kalan yıllarda daha niş ve daha butik üst segment ürünlerine ağırlık verilmiş, böylece sektörde fark yaratan yenilikçi ürünleri ile Seranit güçlü bir konuma sahip olmuştur. Seranit Grup bugün 4 farklı ürün grubunu bünyesinde bulunduran bir yapı grubudur. Seranit Grup çatısı altında Seranit Porselen, Serra Seramik, Vanucci Mutfak & Banyo ve Seranit Yapı Gereçleri yer alıyor. Seranit Porselen Türkiye’deki porselen pazarının yüzde 70’ini elinde bulunduran lider bir markadır. Serra Seramik ile adım attığı seramik pazarında 3 yıl içinde hem fiyat hem de kullanıcı kategorisine göre üst segmente hitap etmeye başlamıştır. Yapı gereçlerinde ise tamamen inovatif yapı malzemeleri sunan Seranit Grup, sektörde hiç olmayan ürünleri piyasaya sürmektedir. Bunların yanı sıra sektörümüzün ortalama 155 milyon metrekarelik bir üretim kapasitesi var. Fiili kapasite daha yüksektir. Bizim yıllık kapasitemiz ise 18 milyon metrekare… Fiili olarak ise 14 milyon metrekaredeyiz… Pazarın yüzde 15’lik kısmındayız, ama sektörde trendi belirliyoruz. Niş ve butik bir markayız. Bunun altını çizmeliyiz. Çok büyük hacimlerle ve üretim kapasitesiyle var olmak ve fiyatla rekabet etmek yerine, daha çok kalite ve fiyat odaklı olmayan rekabeti tercih ediyoruz.
Seranit Grup’un yeni yıl ile birlikte yeni ürün veya yeni yatırımları olacak mı?
2017 yılından önce bir yatırım planlamıyoruz. Önünüzdeki yıl yeni portföy ve hedeflerimizle ilerleyip, biraz daha fizibilite çalışmalarımızı tamamlayıp, 2017 yılında bir yatırım düşünüyoruz.
Sektörün dış pazardaki payını arttırmak için neler yapılmalıdır?
Dış pazarlarda rekabeti fiyatla değil kalite ile yapmalıyız. Fiyat ile rekabet ettiğiniz anda dışarıda zaten Çin ve Brezilya gibi devler var. Seramikte çok öndeler. ABD bile birçok ülkeden tedarik eder durumda. Biz Türk üreticiler olarak dış pazardaki payımızı kalite ile artırmalıyız.
Seramik sektörünü nasıl bir gelecek bekliyor?
Seramik sektörünü eskiden İspanya ve İtalya yönetirken, artık hem know - how hem de insan gücü açısından yakın coğrafya ön planda bulunuyor. Artık seramik daha lokalize üretimlerle tedarik edilmeye başlandı ve bu devam edecek. Şu anda yakın coğrafyamızdaki ülkelerde seramik üretimleri, daha alt kalitede olmasına rağmen, hacimsel olarak gelişecek. Bu da her ülke için, özellikle Türkiye için bir tehdit unsuru. Örneğin Azerbaycan ciddi bir seramik üreticisi. Ürün gamı olarak henüz rakibimiz değil, ama olacaktır. Benzer durum Türkmenistan ve Kazakistan için de geçerli. Tercih edilebilirler ya da kendi iç pazarlarını kendileri doyurabilirler. Bu da bizim için bir risk. Çıtayı yukarı çıkaracak daha üst segment ve üst kalite ürün üretebilirsek bizimle rekabet edemezler. Ama hacime odaklanıp ve fiyat odaklı gidersek, rekabet ortamına biz de gireriz ve elimine oluruz. 5 yıl içerisinde bir risk görünüyor. Türk seramik üreticilerinin böyle bir sorunu olacak.
İnşaat firmalarına ne gibi avantajlar sunuyorsunuz?
Öncelikle onlara çözüm ortağı gibi yaklaşıyoruz. Öyle ürün üretiyoruz ki, bizi tedarikçileri gibi değil iş ortağı gibi görüyorlar. Aradan yıl geçse de bizimle bir kez iş yapmışlarsa, yine bize dönüyorlar ve bizlere referans oluyorlar. Biz onların her zaman dostları oluyoruz. Fiyata, hizmete, satış sonrası hizmete ve müşteri memnuniyetine çok önem veriyoruz. Hiçbir müşterimizi memnuniyetsiz bırakmıyoruz.
Her sektörde olduğu gibi seramikte bazı sıkıntılar mevcuttur mutlaka. Size göre sektörün en temel sıkıntıları nelerdir?
Bence sektör olarak öncelikle bizim yapmamız gereken bir şey var. Bir an önce kopyalamayı durdurmalıyız. Tasarımcının ve üreticinin haklarını maksimum seviyede koruyup, daha iyisini üretmek adına sektörde dertlenmemiz lazım. Tasarım anlamında rekabet yurtdışında algımızı yukarı taşıyabileceğimiz tek unsurdur. Ne yazık ki; ürün tasarımlarımızda İtalyanlardan destek alıyoruz. Çünkü onlar tasarımlarını çok iyi korunuyor. Korumadığınız ve taklit ettiğiniz zaman pazarda fiyatla rekabet etmek zorunda kalıyorsunuz. Bu hepimize zarar veriyor ve sektörümüzü aşağıya çekiyor. Tam tersi, daha iyisini nasıl yaparız, bunu hedeflemeliyiz. Burada Türk patent Enstitüsü (TPE), TSE, tescil yasaları çok iyi işlemeli. Türkiye’de bu anlamda hukuki düzenlemeleri yönetenlere de çok iş düşüyor.
Son olarak kentsel dönüşümün nasıl olması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Kentsel dönüşüm çok fazla merkezi yönetim ile ilerliyor. Bu konuda yetki tamamıyla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda. Karalar oradan alınıyor. Ancak kentsel dönüşümde merkezi yönetimin yanı sıra lokal yönetilmesi gereken de bir kavramdır. Çünkü yerel dengeleri merkezi sistem bilemeyebilir ya da algılayamayabilir veya yeterince dahil etmeyebilir. Benim buradaki sistemsel önerim, evet merkezi sistemden yönetilsin, ama inisiyatif ve yetki yerele de verilsin. Çünkü öbür türlü biz bunun dengesini sağlayamayız. Tüm tarafların birlikteliği önemlidir. Bu bir şemsiye… O şemsiye merkez yönetim, ama altında STK’lar, akademisyenler, tasarımcılar, kentliler olmalı… Özellikle oranın kullanıcıları… Onlar kentsel dönüşümü yapan şirketlerin müşterileridir. Öyle bakmak lazım. Buna bir iç müşteri gibi bakarsak, iş çok daha aile içinde çözülür ve o zaman da herkes o sorumluluğu üstlenerek, sürece inanır. Herkes ona inanırsa hem tepki azalır hem de daha iyi bir iş ortaya çıkmış olur.