Kent olabilmek / Kentli olabilmek
Kent, en temel anlamı ile; nüfusun çoğunluğunun ticaret, sanayi ya da hizmet alanında çalıştığı, tarımsal etkinliğin olmadığı yerleşim alanıdır. Burada kenti kent yapan unsurların neler olduğu da önem kazanıyor. Yapılı çevre, tarihî çevre, ulaşım, altyapı, peyzaj v.b... modern kentin vazgeçilmezleridir. Ancak burada en önemli unsur, o kentte yaşayan insanlar yani toplumdur. Yazının girişindeki toplumbilim kent tanımında yer alan tüm unsurlar aslında insan kentli olabildiği ölçüde anlam ve değer kazanıyor. Bu noktadan hareketle kent, içinde yaşadığı insanların tariflediği, tarifleyebildiği ölçüde kent olur. Mimar Cengiz Bektaş'ın da dediği gibi: "... insanlar yapar kenti. Ona bir şeyler, kendi çağında insanlaşma yolunda bir şeyler katabilen insanlar yapar,kendileri. Bu işi başkalarına bıraktı mı, kent onların olur çıkar, yönetenlerin, kralların, sultanların...."
1960 sonrası postmodern bakış, kente yeni dinamikler; kentliye de yeni davranış biçimleri getirmiştir. Bu gelişme kendini somut olarak alışveriş merkezleri ile gösterdi. Eskiden sokakta olan eylem işletmesi (covid-19 salgını ile perçinlenen) zorluklar içeren bir kurgu ile karşımızda idi. Bu tüketime dayalı ekonomi kurgusu ile desteklenmiş ve kısa sürede benimsenmiş olsa da sürdürülebilir olmadığı ortada. Kaldı ki bugünkü avm ya da plaza tipi çok katlı çarşı tipolojisinin öncüsü Balibey Han gibi devrinin çok önünde bir yapı gözlerimizin önünde olmasına rağmen. Tarihî İpek Yolu güzergahında önemli bir yeri olan Bursa'da, 1961 yılında kurulan Organize Sanayi Bölgesi ile tarım ve ticaret üzerine yeni bir katman eklemlenmiş ve sanayi, kentin yeni aktörü olmuştur. Yoğun göç alan kent, kentli olma bilinci gelişemeden kontrolsüz ve plansız büyümesiyle "geçmiş"in değerleri de zarar görmüş, tarihî kent kimliğini kaybetmiştir. Oysa Bursa tarihî kentler içinde, kentleşmenin planlı bir şekilde kent yaşamını desteklemesi ile öne çıkar. Emirsultan, Yeşil, Ulucami ve Hanlar, Suriçi, Muradiye, Çekirge üzerine kurulan omurga ;cami, medrese, ticaret, aşevi, külliye gibi kamusal mekanlar etrafında gelişen mahalle kavramını üretir ve gelişmesine olanak sağlar. Bu ana mekanlar kentsel yaşamı düzenler, tarif eder ve kentli olmayı destekler, kentli olmaya özendirir. Birey olmak değil mahalleli olmak bir yere ait olmak önemlidir Bursa'da.
Bu bağlamda Bursa'nın zengin tarihî kodlarını hiç sayarak birtakım ekonomik ve siyasi tavırlar üzerine kurgulanan/kurgulanamayan kent, meydanları ve bulvarları (!) ile dahi kentleşmeyi beceremedi. Gelişen sanayi ile ortaya çıkan ekonomik canlılık ve rantın yanında kentlinin etkileşimde bulunacağı eğitsel, kültürel, sosyal ve sanatsal buluşma mekanlarının ve aktivitelerin belirli noktalarda yoğunlaştığı bir kent olan Bursa, diğer taraftan kentsel dönüşüm ile tam bir kargaşaya terk edildi. Şehrin doğusunda yaşayan nüfus, her gün şehrin batısına çalışmak için taşınıyor. Bizler de bu trafik içinde devamlı olarak bir yerlere yetişme telaşındayız.
Küreselleşmenin etkisiyle şehirler hızlı çalışılan, hızlı yaşanılan ve üretmekten çok tüketen, kendi kendine yetmeyen yaşam alanları haline gelmiştir. “Sakin Şehir” (Cittaslow) hareketi, insanların birbirleriyle iletişim kurabilecekleri, sosyalleşebilecekleri, kendine yeten, sürdürülebilir, el sanatlarına, doğasına, gelenek ve göreneklerine sahip çıkan ama aynı zamanda alt yapı sorunları olmayan, yenilenebilir enerji kaynakları kullanan, teknolojinin kolaylıklarından yararlanan kentlerin gerçekçi bir alternatif olacağı hedefiyle yola çıkmıştır.
Şehrin ve tarihin tecrübeyle sabit öğretileri gözümüzün önünde tüm çıplaklığı ile öylece dururken bu şehirde yaşamanın herkes için bazı sorumlulukları var. Kapitalizmin bireysel menfaatleri ön plana koyan davranış şeklinin toplumsal düzeni büsbütün bozduğu ortada. Toplumsal iradeyi oluşturacak eşitlikçi dayanışma ile bu kenti yaşamaya ve yaşatmaya devam etmeliyiz.