17 Ağustos’tan Ders Aldık Mı?
17 Ağustos Depreminin ardından 21 yıl geçti. Yüreklerdeki acılar tazeliğini korurken aradan geçen 21 yıla rağmen, gerekli dersleri çıkarabildiğimiz ne kadar söylenebilir?
Bundan tam 21 yıl önce, 17 Ağustos 1999’da, Türkiye karanlık bir geceye uyandı. Büyük çapta can ve mal kayıplarına neden olan, onarılmaz yaralar açan deprem, ülkemizin yakın dönemde karşılaştığı en büyük felaketlerden biri olarak tarihteki yerini aldı.
17 Ağustos Depremi daha etkisini yitirmeden aynı yıl 12 Kasım’da Düzce’de tekrar kendini hatırlatan sarsıntı, tam ‘yaraları sarıyoruz’ derken gardımızı tamamen düşürdü. Art arda 2 büyük depremle karşı karşıya kalan ülkemizde yaraların sarılması zaman aldı.
Bu güçlü 2 sarsıntı, topraklarının yüzde 99’ u 1. derece fay hattı üzerinde yer alan Türkiye’nin deprem ülkesi olduğu gerçeğiyle bir kez daha tanışmasına sebep oldu. Son aylarda ülkemizin muhtelif yerlerinde gerçekleşen depremler, bizlerde geçici bir süreliğine farkındalık uyandırsa da kısa bir zamanda unutup tekrar eski umarsızlığa dönüyoruz.
Geçen 21 yılın ardından ülkemiz depreme daha dayanıklı hale geldi mi? Arama kurtarma konusunda ne durumdayız? Gerekli dersler çıkarıldı mı? Kentsel dönüşüm amacına hizmet ediyor mu? gibi soruları yerel yöneticilere, STK Başkanlarına ve sektör temsilcilerine sorduk. Değerlendirmelerden çıkan ortak görüş, yaşananlardan yeterince ders alınmadığı, gerekli farkındalık ile bilincin sağlanamadığı, kamunun tüm gayretlerine ve çalışmalarına rağmen olması gereken planlamanın bir türlü hayata geçirilemediği yönünde.
YILDIRIM BELEDİYE BAŞKANI OKTAY YILMAZ:
Depremler hayatın bir gerçeği. Ülkemiz ve şehrimiz gibi deprem kuşağında yer alan bölgeler için bu gerçeği unutmak, göz ardı etmek gibi bir durum söz konusu olamaz. Toplum olarak tarihimiz boyunca depremlerin acısını birçok defa yakından yaşadık. Ancak 21 yıl önce yaşadığımız ve binlerce insanımızı kaybettiğimiz Marmara Depremi, bu konuda alınacak önlemler ve hazırlıklar ile deprem sonrasında yapılacaklar noktasında bir milat oluşturdu. Biz, yerel yönetim olarak deprem ve depremselliğe yaklaşımımızı iki başlık altında değerlendiriyoruz.
Birincisi deprem öncesinde yürütülecek çalışmalar. ‘Deprem öldürmez, bina öldürür’ gerçeğinden hareketle yapı stokumuzu güvenli hale getirmek için yoğun bir çaba içerisindeyiz. Plansız ve güvensiz yapıları, güvenli konutlara dönüştürmek için kentsel dönüşümü bir tercihten ziyade bir zorunluluk olarak değerlendiriyoruz. Bu süreci sağlıklı yönetmek adına öncelikle ilçemizdeki imar ve mülkiyet sorunlarını çözmek için çalışıyoruz. Bu problem ortadan kalktığında kentsel dönüşüm kendiliğinden bir ivme kazanacaktır. Bu konuda diğer hassas olduğumuz konu ise kaçak, sağlıksız ve plansız yapılaşma. Göreve geldiğimiz ilk günden itibaren buna karşı yoğun bir mücadele başlattık ve bu konuda kesinlikle taviz vermeyeceğimizi belirttik. Çocuklarımızın geleceğini tehdit eden ‘tabut evler’in yapılmasına kesinlikle müsaade etmeyeceğiz. Yıldırım Belediyesi Afet Yönetim Merkezi’nde ise Yıldırım’ın dört farklı noktasında yerleştirdiğimiz deprem izleme ve ölçüm istasyonlarımızda, olabilecek zemin hareketlerinin dijital ortamda verisini elde ediyoruz.
Depremle ilgili diğer bir önemli konu da deprem sonrası için yapılacak çalışmalar. Şu an yürürlükte olan ve kamu kurumlarımızla birlikte yürüttüğümüz bir ‘Afet Yönetim Planı’mız var. Bu kapsamda olası afet sonrasında toplanma yerleri hazır. İnsanlarımızın bu konudaki bilincini artırmak ve farkındalık oluşturmak adına seminerler, bilgilendirme toplantıları ve tatbikatlar düzenliyoruz. Mahalle konaklarımızda deprem odaları oluşturuyoruz. Herhangi bir afet durumunda en hızlı ve doğru şekilde müdahale etmek için de ekiplerimizi sürekli eğitiyoruz. Sonuç olarak, depremler olacaktır bunu önleyemeyiz, ancak buna karşı gerekli önlemeleri almakla sorumluyuz ve bu sorumluluğumuzu yerine getirmek için çalışıyoruz.
NİLÜFER BELEDİYE BAŞKANI TURGAY ERDEM:
17 Ağustos tarihi bizim için aslında deprem gerçeği ile yüzleşme tarihi. Bu tarihi unutmamız mümkün değil, ancak hatırlamak yetmez, hepimizin üzerine düşeni yapması gerek. Hepimiz biliyoruz ki Bursa, deprem açısından en riskli kentlerden biri. Bu konuda acilen yapılması gerekenler var. Uzmanların bu konudaki uyarılarını kulak ardı edecek lüksümüz yok.
Türkiye’nin dört bir yanında sık sık yaşanan sarsıntılar bizim için çok önemli uyarılar. Bu uyarıları dikkate alıp artık biran önce elimizden geleni yapmak zorundayız. Nilüfer Belediyesi olarak biz deprem öncesi ve sonrası için hazırlıklarımızı yapıyoruz. Öncelikle deprem alanında yapılan bilimsel çalışmalara destek veriyoruz. Bilindiği gibi Bursa’da 1855 yılında 28 Şubat ve 11 Nisan tarihlerinde iki farklı deprem meydana gelmiş ve büyük yıkım olmuştu. O günden günümüze ulaşan tarihi kaynakların yanısıra, 1985 yılında Alman Jeolog Andrew William Coburn ve Jeofizik Mühendisi Uğur Kuran da gözlemsel raporlar hazırlamış.
İşte bu bilgiler ışığında aynı acıların tekrar yaşanmaması adına 2017 yılı Ağustos ayında Bursa Fayının güzergahının belirlenmesi için ilk aletsel çalışma Nilüfer Belediyesi tarafından yaptırıldı.
O dönemde çalışmayı yürüten Anadolu Üniversitesi Yer ve Uzay Bilimleri Enstitüsü’nden Berkan Ecevitoğlu başkanlığındaki ekip, elde edilen bulguları ilgili kurullara sunduğunda, veriler dikkate alındı ve TÜBİTAK projesi olarak tüm Bursa’da çalışmanın sürdürülmesine karar verildi.
2019 yılında da Nilüfer’den Yenişehir’e kadar saha çalışmaları sürdürüldü ve ilk aşaması tamamlandı. Elde edilen verilerin 1/1000 Uygulama İmar Planlarına da işlenebilmesi için, 2020 yılı içinde sığ sismik çalışmaları ile bu veriler detaylandırılacak.
Deprem öncesine yönelik yaptığımız bir diğer önemli çalışmamız da “Deprem İstasyonları”… Bu istasyonlarda da Bursa’nın depremselliği bilimsel olarak yakından takip ediliyor.
İTÜ-DOHAD iş birliği ile geliştirilen Deprem Tahmin Projesi kapsamında belediyemiz tarafından yapılan 22 adet istasyonda üretilen Bursa Fayına dair mikro deprem aktivitesi ve Elektrostatik Kayaç Gerginliği verileri, ilgili akademisyenlerle paylaşılıyor.
2017 yılında kurduğumuz ve her yıl yaklaşık 5 bin kişiye temel afet bilinci eğitimlerinin verildiği Nilüfer Afet ve Acil Durum Yönetim Merkezimiz de deprem sonrası çalışmalar açısından önemli bir merkez. Asıl önemli olan afet öncesi önlem ve eğitim çalışmaları ki Merkezimiz bu anlamda önemli çalışmalar yapıyor. Haftanın 7 günü merkezimizde halka, temel afet bilinci, depremle yaşam, yangın söndürme ve dumanlı alan tahliyesi gibi konularda eğitimler veriliyor. Eğitime katılanlar ayrıca deprem ve duman simülasyon odalarında uygulamalara katılarak yapılması gerekenleri öğreniyor. Nilüfer halkı bu konuda çok duyarlı. Merkezimizde bugüne kadar 12 bini aşkın kişiye eğitim verildi.
Nilüfer’de ayrıca, nüfusun yoğun olduğu 30 mahallede taksi durakları yanında bulunan Mahalle Afet İstasyonları’nda olası deprem sonrası kullanılacak ekipmanlar da hazır bekletiliyor. Deprem olduğunda civardaki insanların kullanabileceği basit tahkimat malzemeleri ile battaniye ve benzeri malzemelerin bulunduğu bu istasyonların bakımı her ay yapılıyor. Nilüfer Belediyesi’nin Afet Bilgi Sistemi de bu anlamda önemli bir işleve sahip. Sistem sayesinde, afet sonrası toplanma alanları, geçici iskân-çadır alanları, sivil tahliye yolları, sahra hastanesi yapılacak alanlar ile Nilüfer’de yaşayan engelli bireylerin adres bilgileri akıllı harita üzerinde işlendi. Elbette bütün bunlar yeterli olmayabilir. Bizler uzmanların bu konudaki uyarılarını dikkate alarak yeni çalışmalar yapmaya devam edeceğiz. Dileriz korktuğumuz gibi bir depremle karşı karşıya kalmayız, 17 Ağustos 1999 depremindeki gibi bir felaket bir daha hiç olmaz.
TÜRKİYE DEPREM MÜHENDİSLERİ DERNEĞİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI BİLGE SİYAHİ:
Türkiye aktif fay zonları ve sismotektonik özellikleri nedeniyle her zaman büyük depreme bağlı doğal afet tehlikeleriyle karşı karşıya bulunan bir ülkedir. Bu konumundan dolayı depreme bağlı doğal afetler sonucunda büyük ölçüde, can kayıpları, yaralanmalar ve mal kayıpları ile karşılaşmıştır. Özellikle 17 Ağustos 1999’ta meydana gelen ve 12 Kasım 1999 tarihinde meydana gelen depremler, Türkiye’deki doğal afet tehlikesi ve buna bağlı risklerin önemini gündeme taşımış ve adeta bir milat niteliğindedir. Bununla alakalı olarak oluşturulan afet yönetimine ilişkin yasal mevzuat ile zarar azaltma, hazırlıklı olma, olaylara müdahale ve daimi iskan aşamaları ile ilgili olarak hem yerel ve hem de merkezi düzeyde yapılması gereken faaliyeti düzenleyen, bir çok yasa, tüzük, yönetmelik, tebliğ vb. gibi yasal araçlar geliştirilmiştir. Ancak, bu süreçler boyunca meydana gelen depremler, eksiklikleri göstermektedir.
Kentsel dönüşüm teorik olarak çok daha güvenli bir yapı stokunu hedeflese de, bu amacından sapan ekonomik getiri esaslı uygulamaların yapıldığını duymaktayız. Bu durum depreme karşı gerçekten dayanıksız bina stokunun belirlenip iyileştirmesi yolunda bir engel ortaya koymaktadır çünkü yeni bina stoku daha iyi kalitede olsa dahi bulunduğu yer itibariyle probleme çözüm getirmekten uzaktır. Gerek tekil yapıları içeren gerekse bölgesel kentsel dönüşüm uygulamalarında doğru kararların alınması için saha verisinin detaylı bir şekilde elde edilmesi, verinin analizinin ehil kişiler veya kurumlar tarafından yapılması ve ortaya çıkan sonuçların tarafsız birimler tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Kentsel dönüşüm çalışmalarının rant açısından değil ama deprem riski açısından yüksek bölgelerde yapılması gerekmektedir.
İstanbul’da olması muhtemel büyük bir deprem ile ilgili son zamanlarda pek çok senaryo geliştirilmiştir. Tüm senaryolarda görülen manzara yıkımın ve kaybın büyük olacağı yönündedir. İstanbul’daki mevcut bina stokunun önemli bir kısmının deprem dayanımının düşük olduğu göz önüne alınırsa bu tür tahminler maalesef çok gerçek dışı değildir. Uluslararası ve ulusal pek çok proje ile hangi bölgelerde hasarın yoğunlaşacağı ve bu konuda nasıl önlemeler alınması gerektiği tartışılmaktadır. Hastane ve okul binaları ile bazı diğer önemli yapılarla ilgili çalışmalar halen yürütülmektedir. Fakat depremin her an olabileceği düşünüldüğünde daha alınacak çok fazla yol vardır. Maalesef, yıkıcı depremlerin vuku bulma sıklıkları insan hafızasının canlı tutabileceği sürelerden daha uzundur ve toplumların rehavete kapılma alışkanlıkları vardır.
Deprem tehlikesi açısından Bursa’yı değerlendirdiğimizde kent ve çevresini etkilemesi muhtemel aktif fay mekanizmaları olduğu görülmektedir. Şehirde en son 1855’te meydana gelen yıkıcı deprem bunun tekrarı halinde uğrayabileceğimiz potansiyel kayıplar için güvenilir arka plan bilgileri vermektedir. Hatta 1970’teki Gediz depreminin yol açtığı hasar şaşırtıcı miktarda ortaya çıkmıştır. Olası bir deprem, şehrin fazla etkilenebileceğini ve sanayi tesislerinin görebileceği olası hasarlar yüzünden ekonomik kayıpların çok fazla olabileceğini göstermektedir. Bu durumda yapılması gereken; daha önce bahsi geçen önceliklendirme çalışmasını Bursa genelinde uygulamak ve öncelikle kritik sanayi yapılarından başlayarak, diğer önemli ve kritik yapıların deprem risklerinin belirlenmesini sağlamak ve bu konuda alınabilecek önlemleri bir an önce hayata geçirmektir. Bursa genelinde yüzyıllardır bize emanet edilmiş olan tarihi ve kültür yapılarının deprem dayanımlarının sağlanması ve bu yapıların gelecek nesillere aktarılması da bize düşen önemli bir görevdir.
Unutulmamalıdır ki dünyanın tektonik yapısında hiçbir değişiklik yoktur, bir başka deyişle ne kadar istemesek de büyük depremlerle günün birinde yüzleşmek durumunda kalacağımız aşikardır. Ülkemiz olarak geçmişte yaşanan bu tür acı tecrübeleri yeniden yaşamamak için mevzuat, kurumlaşma politikaları, toplumsal bilinçlenme ve teknoloji uygulaması alanlarında yapılacak çok işimiz vardır. Bir kısmı başlatılmış olan bu ödevlerin hız kesmeden devam ettirilmesi, ülkemizi afetlere karşı daha dirençli hale getirecektir. Her zaman büyük depremleri yaşayabileceğimiz gerçeğinden hareketle, her afetten sonra yara sarma anlayışı yerine, bilimin ve tekniğin yardımıyla yerine getirilecek olan asli görev ve sorumlulukların deprem yaşanmadan önce alınacak önlemlerde saklı olduğu unutulmamalıdır.
İMO BURSA ŞUBESİ BAŞKANI MEHMET ALBAYRAK:
Üzülerek söylemeliyim ki bir deprem ülkesi olarak gerekli dersleri çıkartamadık. 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nin üzerinden 21 yıl geçmesine rağmen, her an deprem tehlikesi ile karşı karşıya olan ülkemizde, kısa süreli ve acil olan bazı önlemlerin bile alınmadığı, para uğruna var olan risklere yeni risklerin eklendiğini görüyoruz. Deprem farklı şehirlerimizde bize kendisini hatırlatırken hala mühendislik hizmeti almamış kaçak yapılardan, depreme dayanıksız olan eski yapılarımızdan kurtulamadık. Türkiye’de yaklaşık 7 milyon konut dönüşmeyi beklerken, konut stokunun yüzde 60’ı kaçak olan Bursa’da 300 binin üzerinde konut deprem riski taşıyor. Birçok kentimizin "1/100.000 Ölçekli İl Çevre Düzeni Planı" yok. Olsa bile bu planlar günübirlik kararlarla bozuluyor. Yapılmaması gereken yerlere uygun olmayan, kent yaşamını sıkıntıya sokacak yapılar yapılıyor. Kentimiz açısından da durum farklı değil.
Kentsel dönüşüm için milat olmasını umut ettiğimiz 2012 yılında çıkartılan 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ne yazık ki istenilen sonucu veremedi. Kentsel dönüşüm yasası ve var olan mevzuatlar; kentsel dönüşüm uygulamaları için temel beklenti olan sağlıklı ve yaşanabilir bir çevrede, güvenli yapılarda oturmak anlayışını karşılamıyor. Bu nedenle acil olarak revize edilmeli.
“Parsel bazında verilen emsal artışları ile dönüşüm adı altında yık-yap anlayışı ile yapılan binalar”, "Riskli alan" ve "riskli yapı" belirlenmesindeki adaletsizlik, keyfilik ve hukuksuzluk hak kayıplarına yol açtı. Kentimizde bu durumda olan ve çözüm bekleyen yüze yakın proje hukuksal eksiklikleri sebebiyle yargı engeline takıldı ve hala çözüm bekliyor. Yani kısaca depreme karşı yapı stokunu güvenli hale getirmek iddiasıyla başlatılan kentsel dönüşüm uygulamaları, bugün yeni sorunların kaynağı haline geldi.
Kentsel dönüşüm; sosyal adalet, gelişim, bütünleşme, tarihi ve kültürel mirasın korunması, zarar azaltma ve risk yönetimi ile birlikte kapsamlı ve bütünleşik bir şekilde ele alınarak yapılmak zorunda. Parsel bazında yapılan plan değişiklikleri yerine ada bazında plan değişikliğine geçiş de planlama açısından sıkıntılar yaratacak. Doğru kentsel dönüşüm planlaması ancak bütüncül bir planlamadan geçiyor.
Genel olarak ülkemizde depreme karşı dayanıklı yapı stokundan çok fay hatları konuşuluyor. Artık ülkemizde bilinmeyen bir fay hattı yoktur. Bu faylar zamana bağlı olarak sürekli enerji biriktiriyorlar ve biriktirdikleri enerjilerini bir gün mutlaka açığa çıkaracaklar. Çözüm bekleyen en büyük problem; açığa çıkan enerjinin yaratacağı depreme karşı dayanıklı yapı üretilmesini nasıl sağlayacağımız. Bugünkü anlayışımızın devam etmesi durumunda insanlarımız beton yığınları altında kalacak, çok önemli olmasına rağmen “yara sarma anlayışı” ortaya çıkacak olan acıları hiçbir zaman dindiremeyecek. Esas hedef insanlarımızın enkaz altında kalmasını önlemek olmalı.
Sanayi bölgeleri ekonominin can damarı bu nedenle sanayi yapılarının da depreme hazırlıklı olması gerekli. Bursa sanayisi yaklaşık 300 bin insanın istihdamını sağlıyor. Olası bir depremde bu yapıların hasar görmesi veya yıkılması büyük can kayıplarına, acılara neden olacak. Ayrıca ülke ekonomisi ve sanayicimiz için büyük kayıplar oluşturacak. 1999 Marmara Depremi’nde yaşadığımız acıları ve kayıpları tekrar yaşamamak için sanayi yapılarımızın envanterinin bir an önce çıkartılması, gerekli güçlendirme veya düzenlemelerin yapılması şart. Ayrıca sanayi yapılarımızın projelerinin teknik bir denetimden geçmesi kaliteyi ve güveni arttırır. İMO Bursa Şubesi olarak bu anlamda yeterli teknik donanım ve bilgimizle sanayicimize destek olmak için hazırız.
MİMARLAR ODASI BURSA ŞUBESİ BAŞKANI ŞİRİN RODOPLU ŞİMŞEK:
Türkiye bir deprem ülkesidir. Depremlerin nasıl büyük afetlere dönüştüğünü yakın geçmişimizde çok büyük kayıplarla deneyimlemiş olduk ve korkarım bu kadar hazırlıksız oluşumuzla deneyimlemeye de devam edeceğiz. 1999 depremlerinden bu yana öncesi ve sonrası için pek çok çalışmanın ve düzenlemenin yapılması hedeflenmiş ancak yeterli seviyeye gelinememiştir.
Maalesef çalışmaların çoğu deprem anı veya sonrasını kapsayacak düzeyde kalmakta, güvensiz yapılardan oluşan kentlerimizin sağlıklaştırılması için bilimin ve tekniğin öngördüğü şekilde bütün ve kalıcı bir planlama sürecine geçilmesi bir türlü gerçekleşememektedir. Depremi beklemek ve deprem hasarlarının ulusça paylaşılmasının örgütlenmesini değil; deprem riskinin azaltılması, depremden kaynaklanabilecek yıkımların önlenmesi için elimizden gelenin yapılmasın önemlidir. Yasalarda ve yönetmeliklerimizde birtakım düzenlemeler yapıldı, deprem çalışmaları için Kamu kurum niteliğinde birlikler, ekipler kuruldu ancak hazırlıklarda yeterli seviyeye gelinmedi.
Çok yakın tarihte ‘imar barışı’ uygulamasıyla depreme dayanıksız ve olası depremde yıkılacak çok büyük bir yapı stoğu bir nevi resmiyet ve dokunulmazlık kazandı. Bir yandan uygun yönetmeliklere göre ruhsatlandırmayı ve denetlemeyi uygulamaya çalışırken bir yandan eski yapı stoğu için böylesine bir uygulamaya müsaade etmek birinci derece deprem riski taşıyan ülkemiz için birbirine tamamen zıt iki yaklaşım oldu.
Kentsel Dönüşüm, Riskli yapıların kullanım dışına çıkarılarak yerine toprak zeminin yapısına ve güncel yönetmeliklere uygun yapıların yapılması ve bu sayede olası depremlerde yaşanabilecek can ve mal kaybının en aza indirilmesi için yapılan kamusal çalışmalar olarak ortaya çıkmıştır ancak özellikle kentimizde son yıllarda ne yazik ki amacı dışında uygulanmıştır. Kentsel dönüşüm rantı çok yüksek bölgelerde yatırımcıya ve dolaylı olarak da mal sahiplerine gelir getirecek bir yapısal dönüşüm olarak gerçekleşmiştir. Bu esnada yeterli oranda sağlanamayan donatı alanları ve kentin bazı bölgelerine gelen ilave yoğunluğun yaratacağı altyapı, ulaşım ve sosyolojik değişikliklerden kaynaklı sorunlar hesaba katılmamıştır. Kenti çöküntü bölgelerinden kurtarmak üzere yapılması gereken kentsel dönüşüm uygulamaları bana göre yeni yeni çöküntü alanları yaratmıştır.
Dolayısıyla ‘kentsel dönüşüm’ ilgili yerel idarelerin yürütücülüğünde kar amacı gütmeden kent içindeki çöküntü bölgelerinin iyileştirecek, depreme dayanıklı yapıları oluşturacak ve sosyoekonomik yapıya katkı koyacak kısaca kente değer katacak projeler olarak kurgulanmalıdır. Kentsel Dönüşüm’ün odağı müteahhitler değil deprem olmalıdır.
Büyük İstanbul ve benzeri depreme kesinlikle hazır değiliz. İstanbul için olası bir deprem senaryosunda, 48 bin binanın çökeceği ve depremin büyüklüğünün 7,5 büyüklüğünde olacağı konuşuluyor. Türkiye’de 7 Milyondan fazla yapının deprem güvenliği yoktur. Bu binaların tespit edilip yıkılması veya güçlendirilmesi gerekirdi ancak yapılmadı. Aksine pek çoğu ‘imar barışı’ adı altında resmiyet kazandı.
Düne kadar güya inşaatların yapımlarının ve projelerine uygunluğunun denetlenmesi için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yetkilendirilen Yapı Denetim Firmalarını bile müteahhitler/malsahipleri kendileri seçiyordu. Karşılıklı anlaşmalarla seçilen bir mekanizmanın ne kadar güvenilir olacağı da şüphelidir.
Bursa kaçak yapılaşmada başı çeken illerden biridir. Yapıların yüzde 50’sinin yapılaşma izni yok, yüzde 70’inin oturma izni yok, yüzde 90’nında da kullanılan gereçler uygun değil. Bursa’da beklenilen deprem büyüklüğü 7.0’dır.Tarihi dokusu, sanayisi ve nüfus büyüklüğü hesaba katıldığında yaşanabilecek bir depremde kaybımızın maddi ve manevi olarak çok büyük olacağı açıktır. Dolayısıyla en az 7 şiddetinde bir deprem varsayımı ile önlemler alınmalıdır.
Bu bağlamda, planlamada doğru şehircilik ilkeleri uygulanmalı ve fay hatları dikkate alınmalıdır. Kaçak yapılaşmaya asla müsaade edilmemeli ve doğru kentsel dönüşüm projeleri yapılmalıdır. Deprem sonrası için yeterli kriz yönetim planları oluşturulmalıdır. Daha fazla toplanma yeri ayrılmalı, bu niteliğe geçebilecek yeşil alanların korunması sağlanmalıdır.
İMSİAD BAŞKANI MUSTAFA ANDIÇ:
Öncelikle 17 Ağustos 1999 depreminde kaybettiğimiz yurttaşlarımızı rahmetle anıyoruz. Ülkemizde söylemden eyleme geçirmekte en çok zorlandığımız konulardan biri depremle yaşamayı öğrenmektir. Halbuki, örneğin asayiş söz konusu olduğunda nasıl konu kişisel insiyatife bırakılmadığı gibi, yine son dönemde korona virüs ile mücadelede konu kişisel insiyatife bırakılmayıp bir takım kısıtlamalara gidilmesiyle başarılı olunuyorsa, halkımızın depremle yaşamayı öğrenmesi için de, deprem dayanımı yüksek yapılaşma için de, gerektiğinde bir takım kısıtlamalar, gerektiğinde de bir takım teşviklerle arzu ettiğimiz seviyeye ulaşabileceğimizi düşünüyorum. Dolayısıyla, ülkemiz ve vatandaşlarımızın güvenliği için adeta bir milli güvenlik güvenlik sorunu olan deprem gerçeği ve deprem dayanımı yüksek yapılaşma konusu, tercihe bırakılamayacak bir konudur. Bunun için üzerimize düşeni hayata geçirmek, hem müteahhit hem de sanayici üyelerimiz için İMSİAD olarak en önemli gördüğümüz konulardan birini teşkil etmektedir.
Devletimiz bir Bilim Kurulu oluşturarak koronavirüs ile başarılı bir şekilde mücadele ediyor. Biz de, deprem sonrasında oluşacak krizi değil, şimdiden deprem riskini doğru yönetebilmek için Bursa Valimizin önderliğinde, kamu, akademik odalar, üniversiteler ve STK’ların katılımıyla bir “Kentsel Dönüşüm Kurulu” oluşturulması önerisinde bulunduk. Bu kurulun çalışmaları neticesinde gerçekçi bir rapor oluşturulabilir. Biz çözüm önerilerini oluşturarak kamuya fayda sağlayalım istiyoruz. Bu çerçevede 1855 yılından bu yana büyük bir deprem gerçekleşmemiş olan Bursamız’da “Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği”ne uygun bir yapılaşmayı sağlayabilmek büyük bir önem taşımaktadır. Çünkü şehrimiz ve ülkemizdeki yapı stoğunun büyük çoğunluğu mühendislik hizmeti almaksızın ve depreme karşı dayanıksızdır. Bu nedenle son yıllarda ülkemizde kentsel dönüşüm en önemli gündem maddesi olmuştur. Yapılacak kentsel dönüşümün tekrar dönüşüme ihtiyaç duyulmayacak şekilde yapılabilmesi ise ancak güncel deprem teknolojileri kullanılarak yapılmasından geçmektedir.
İMSİAD olarak bu çerçevede, Bursamız’a ve ülkemize daha nitelikli yapılar kazandırabilmek için deprem dayanımı yüksek teknolojileri son derece önemli görüyor ve önemsiyoruz. Bu nedenle, 1999 depremi sonrasında Bursamız’da deprem tehlikesinin önlenmesi için sivil inisiyatifle yapılmış olan ilk çalışma İMSİAD tarafından gerçekleştirilmiştir. Burada gerçekleştirdiğimiz Deprem İzolasyonu Çalıştayı’nı BTSO evsahipliğinde 14.02.2017 günü üniversitelerimiz, akademik odalarımız ve Bursa Büyükşehir Belediyesi temsilcileri ile birlikte gerçekleştirdik.
Ülkemizde deprem tehlikesine karşı atılan en doğru adımlarından biri olan Sağlık Bakanlığı’nın 2013 yılında yayınladığı genelge ile ülkemizde 1. ve 2. derece deprem bölgelerinde 100 yatak ve üzeri bütün devlet hastanelerinde deprem yalıtımı uygulanması zorunlu hale getirilmiş olmasıdır. Deprem yalıtımının kullanımında Sağlık Bakanlığınca yapılan örnek uygulamanın, öncelikle okullar, ardından da konutların ve fabrikaların yapımında da yaygınlaştırılması büyük önem taşımaktadır.
Böylelikle tıpkı Japonya’da olduğu gibi kendi ülkemizde de, büyük depremleri bile küçük hasarlarla atlatabilmemiz için, deprem yalıtımını müteahhitlerimizden karar alıcılarına ve nihayetinde tüm vatandaşlarımıza benimsetmek durumundayız. Ancak ülkemizde deprem dayanımı yüksek teknolojilerin kullanımını zorlaştıran nedenlerden biri, bu teknolojilerin hem ürün olarak ithal, hem de test merkezlerinin yurtdışında olmasıdır. Bugün geldiğimiz noktada, yerli ürünlerin ve test merkezlerinin yaygınlaşmakta olması sevindiricidir. Diğer bir neden ise, deprem dayanımı yüksek yapılaşmanın bütün maliyetine müteahhitlerin katlanmak durumunda katlanmasıdır. Oysa ki, ülkemiz ve vatandaşlarımızın güvenliği için adeta bir milli güvenlik sorunu olan deprem dayanımı yüksek yapılaşma konusunun tek kazananı müteahhitler değilken, bunun maliyete tek başına müteahhitler nasıl katlansın?
Deprem izolatörleri veya diğer deprem dayanımı yüksek teknolojilerin kullanımının teknik şartnamelere girmesi ve maliyetlerinin de muhakkak sadece müteahhitlere bırakılmaksızın kamu tarafından da teşvik edilmesi, ülkemizde deprem dayanımı yüksek yapılaşmanın artması için biricik yoldur.
Ancak burada, insanlarımızın konut satın alma tercihlerine baktığımızdaysa yapısal noktalardan ziyade yüzeysel detaylar üzerine yoğunlaştıklarını görmemiz, müteahhitlerimizi de yapısal teknolojilere yatırım yapmaları durumunda bu yatırımlarının karşılığını alabilir miyiz endişesini beraberinde getirmektedir. Artık vatandaşlarımız deprem gibi ciddi bir tehlike karşısında BTÜ “Deprem Mühendisliği Uygulama ve Araştırma Merkezi’ gibi, üniversitelerimiz ve akademisyenlerimizin vatandaşlarımızın daha sağlam konutları tercih etmelerini sağlayacak çalışmalara yönelmelerini önemli görmekteyiz. Üniversitelerimizin Bursa’da vatandaşlarımızın deprem konusunda en sağlıklı bilgileri alabilecekleri en doğru mercilerden biri olduğuna inanıyoruz. Ayrıca hep konutların kentsel dönüşümü üzerinde durulsa da, malumunuz depremin gece gerçekleşeceğinin bir garantisi yoktur. Bu yüzden sanayi yapılarında da kentsel dönüşüm ihtiyacı, içerisindeki teçhizatın ve çalışan insan yoğunluğu hesaba katıldığında büyük önem kazanmaktadır. Son olarak şunu da belirtmek isteriz ki, 1999 depremi sonrasında özellikle kamu yapılarında yapılmış olan deprem güçlendirmesi işlemlerinin çok sağlıklı olmadığına inanıyorum. Çünkü çok teknik bir konu olan ve uzmanlık gerektiren deprem güçlendirmesi işi, çok yüksek kırımlarla ihale edilmiş ve istenilen kalitede yapılamamıştır. Bu nedenle henüz hala arifesinde olduğumuz kentsel dönüşümün nitelikli yapılaşma hedefinden kopmadan hayata geçirilmesini son derece önemli görüyoruz.
GÖKÇADIR İNŞAAT YÖNETİM KURULU BAŞKANI ADİL GÖKÇADIR:
Çok açık ki millet olarak ders çıkarma konusunda önemli bir zafiyetimiz var. Eğer 17 Ağustos depremi bir milat olabilse idi, o tarihten sonra kaçak inşaat yapmaz, yaptırmaz idik. Bilim insanlarının uyarılarına kulak verirdik, kentsel dönüşüm adına bir seferberlik ilan ederdik, insanları bilinçlendirmek adına, pek çok yayın, program, toplantı yapardık. Muhtarlara birifingler verir, mahalle bazında görüşmeler yapardık. 21 SENE GEÇTİ. Peki ne yaptık diye düşünürseniz, aldığımız ders kadarını yaptık desek yetecektir. Hiçbir şey denecek kadar az şey.
Bu konuda çeşitli ortamlarda defalarca düşüncelerimi gerek kamuoyuna, gerekse ilgililere aktarma adına ciddi çabalar sarf etmiş bir insanım. İşin sırrı PLAN’dır. Önce planlar yapılacak, planlama en az mahalle bazında olacak ve birbiri ile uyumlu olacak. Büyük resmi herkes görecek. Uygulama yöntemi belirlenecek ve herkes için aynı, eşit olacak. Kararlara vatandaş da katılacak, tüm taraflar bilgili ve bilinçli olacak, adaletten ve saydamlıktan taviz verilmeyecek. Ve zaman doğru kullanılacak. Böylesine teknik ve detaylı bir konuyu ancak böyle özetleyebilirim. Belki çok önemli olarak şunu da söylemeliyim; ‘Konu kesinlikle Siyaset üstü bir konu olarak ele alınacak.’
kadar tarihte, 200-250 yıl aralığında kırılan kuzey Anadolu fay hatları, geçmişindeki tekrarı yeniler ise, ne yazık ki İstanbul için zaman açısından risk çok yüksektir. İstanbul’da son büyük deprem 1766 yılında olmuştur. Kritik üst sınır aşılmıştır, her an bir deprem olasılığı çok yüksektir. Bilim adamlarının sık sık yaptığı uyarılarda bu yöndedir. Bunun yanında İstanbul’un stoğunda bulunan yapı kalitesi ise oldukça kötü durumdadır. Zaman zaman kendi kendine yıkılan binalar duymamızın nedeni de budur. Böyle olunca “her anlamda hazır olmak” ifadesine yüklenebilecek anlamların bir kısmı yürek yakıyor. Bu hazırlık için daha çok deprem sonrası toplanma alanları, kurtarma çalışmaları, Hastane ve ilk yardım ekipleri. Barınma v.b. afet yükünü hafifletmek benzeri çalışmaların bölgesel bazda şimdiden planlanması gibi konular olabilir diye düşünüyorum.
Bursa’da son büyük deprem 1855 yılında yaşanmış. Bu durumda Bursa’ da köklü bir kentsel dönüşüm yaparak, depremi hafif atlatma şansımız çok yüksek. En azından 17 Ağustos depreminden sonra Türkiye’nin gündemine girmesi gereken kentsel dönüşüm konusu 13 yıl kayıpla 2012’ de gündeme geldi. O günden bu yana da 8 yıl geçti. Bu kayıplar telafisi olmayan kayıplardır. Yine de Bursa için hala şansımız var. Bu şansı kaçırmamak hayati bir konudur.
Ülkemizde meydana gelen her büyük deprem, can ve mal kayıplarına sebep olarak ciddi maliyetler yaratıyor. Ancak Büyükşehirlerimizde, sanayi şehirlerimizde, yüksek ihracat yapan şehirlerimizde meydana gelecek büyük depremler, elbette çok daha büyük can ve mal kayıplarına neden olacaktır. Ve bunların maliyetleri Türkiye ekonomisini zorlayacak boyutlara erişebilir. Topraklarının yüzde 99’ u 1. derece deprem fayları üzerinde yer alan Türkiye ve Türk milleti ne yazıktır ki yılların ihmali ile depremlerde can vermeye ve çeşitli acılara mahkum edilmiştir. Depremlerin verdiği zararların telafisi için harcananlarla, zararın kalıcı olarak önlenmesine dönük pek çok çalışma yapabilmek mümkündür. Ancak, planlamanın önemini bir türlü kavrayamayan, istatistik ve literatür konusunda özürlü, günlük yaşamaya alışmış yönetimlerimiz, yazık ki çağdaş ülkelerin, depremlerle nasıl baş ettikleri konusunda kafa yormaya hiç gerek görmemişlerdir. Sonuç Yalova, Gölcük, Adapazarı, Kocaeli, Van ya da Erzincan’dır. Binlerce can, milyarlarca lira kaybıdır. Yine de geleceğe umutla bakmak istiyoruz.
İNEGÖL MÜTEAHHİTLER DERNEĞİ (İMDER) YÖNETİM KURULU BAŞKANI YUSUF ŞEHİTOĞLU:
sahabet />
1999 depremi toplumun tüm kesimlerinde ciddi anlamda üzüntü yaratmıştır. Sonrasında yapılan düzenlemelerle inşaatlar gerek statik yapısı olarak gerek denetleme sistemi olarak gelişim göstermiştir. Yapı kalitesi olarak gereken dersler çıkarıldığını düşünüyorum. Ancak bir adım ötesine geçilmesi kanaatindeyim. Yapı kalitesinde gösterilen gelişme şehirlerimizin gelişim ve kalkınma planlarında da hayat bulmalıdır.
Türkiye’de kentsel dönüşüm tarafında gereken düzeyde olduğunu düşünmüyorum. Bugün yapılan kentsel dönüşümleri ağırlık olarak rezerv alanlarda görüyoruz. Yerinde yapılan kentsel dönüşümlerde maalesef bahsettiğim planlama hataları olduğu için daha sonrasında sorunlarla karşı karşıya kalıyoruz. Kentsel dönüşüm hadisesi şehirlerin ileriye yönelik yatırım/kalkınma planları ve oluşturulan konseptler çerçevesinde gerçekleştirilmelidir. Bölgesel planlama yapılmadan sadece emsal artışına dayalı dönüşümler şehirlere daha büyük yükler getirmektedir. Bu noktada şehirler 50 yıllık stratejik planlarını yapmalı. Hedeflerini ve önceliklerini saptamalı. Marka değerlerini ortaya koymalı. Sonrasında kentsel dönüşümü de bir stratejiyle hayata geçirmelidir.
Allah korusun olası bir depremin hasarını düşünmek bile istemiyorum. AFAD ve kurtarma ekiplerimizin son derece hazır olduğunu düşünüyorum. Ancak bunun dışında dönüşmesi gereken çok fazla konut mevcut. Yerinde ve yerel yönetim planlamalarıyla hızlı bir şekilde yol alınmalıdır. Depremi düşünmek istemiyoruz ancak Bursa gibi ülkemizdeki lokomotif şehirlerde yaşanacak deprem, sosyal ve ekonomik anlamda ciddi tahribatlara neden olacağı düşüncesindeyim.