Y. Mimar Dede: Hem kendimizi hem de kentimizi yoruyoruz!

RÖPORTAJ

Yüksek Mimar Rahmi Dede, "Hem kendimizi hem de kentimizi yoruyoruz" dedi.

 Mimarlık mesleğinde 17 yıllık tecrübeye sahip olan ve bu yıllar içerisinde restorasyon projeleri dahil olmak üzere birçok nitelikli konut projesinde imzası bulunan De Tasarım Atölyesi sahibi Yüksek Mimar Rahmi Dede, bünyesinde birçok kente göre daha yeşili barındıran ve her şeyden az ama öz şekilde bulunduran Bursa kentinin, yorulduğuna dikkat çekti.

Bursalıların, birçok kente göre daha yeşil bir şehirde yaşadığını kaydeden Dede, “Önemli olan o ‘Yeşil Bursa’yı görebilmek. Bu yoğunluğun, bu koşuşturmacanın arasında ben kimsenin Bursa’nın yeşilliğini gördüğünü düşünmüyorum. Dolayısıyla Bursa’daki mimari gelişimi, o yorgunluktan ve yoğunluktan kurtardığımız ölçüde başarılı Goldenbahis oluruz. Tarih, kültür, sanayi kısacası her şeyden biraz var Bursa’da. Bu güzel bir ölçek. Ama biz bunun değerini çok fazla bilemiyoruz. Bahsettiğim şeyin kaynağı yine o koşuşturmaca ve kenti yormamızdan kaynaklanıyor. Biz hem kendimizi yoruyoruz, hem kentimizi yoruyoruz” dedi.

-          Yüksek Mimar Rahmi Dede kimdir, hangi üniversiteden mezun olmuştur… Kısacası biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

“39 yaşındayım ve meslekteki 17. yılımdayım. Meslek hayatımda hemen hemen 150 nitelikli proje üretmişimdir. Eşim de ben gibi yüksek mimar. Bir erkek çocuğum var adı Doruk Sinan. Lisans ve yüksek lisansımı Uludağ Üniversitesi’nde yaptım. Eşimle birlikte çalışıyoruz. İki kedimiz ve bir köpeğimiz var. Mesleğimizden keyif alarak çalışmayı seviyoruz.”

-          Neden mimarlık mesleğini seçtiniz?

“Mimarlık mesleğinin içinde bir durağanlık yok, sürekli bir dinamizm ve hareketlilik var; canlı bir organizma gibi. Mimarlık eğitimi düşünmeyi öğretir. Düşünmeyi öğrendikten sonra da bunu nasıl kullanacağınız da sana bağlı. Kısacası her konuda problem çözmeyi öğrettiği için başka alanlarda da çalışma yapabilmeye olanak tanıyor. İsterseniz mimarlık da yapmaya bilirsiniz.”

-          Ofisinizden, mimarlık felsefenizden bahseder misiniz?

“Ofisimiz 2005 yılında De Tasarım Atölyesi ismiyle kuruldu. O dönemlerde çok daha kalabalık bir ekiple çalışırken, 2011 yılından sonra biraz daha butik bir ofise döndük. 2009 yılında ayrı ofisi olan eşimle ofislerimizi birleştirdik. 2011’den sonra işleri biraz daha sakinleştirmeye karar verdik; kendimize ve oğlumuza biraz daha vakit ayırmak için. Ofis, 2011’den sonra doğal bir seleksiyona gitti, küçüldü, daha butik çalışmaya başladı. Daha nitelikli projeler üretmek adına, uzun çalışmalar yapmaya başladık. 1,5 sene önce de kendi tasarımımız ve uygulamamız olan binaya taşındık. Biraz daha yaşamaya ağırlık verdik. Bir yandan çalışıyoruz, bir yandan yaşıyoruz. Aslında mimarlık felsefemiz, yaşam felsefemiz, ofisimizin çalışma felsefesi, hepsi birbiriyle örtüşüyor; tamamen doğal yaşam. Kendimizi çalışma temposunun tamamen dışında tutmaya çalışıyoruz. Daha sakin çalışmaya ve yaşamaya çalışıyoruz, daha doğal yaşamaya çalışıyoruz. Sevdiklerimizle daha çok birlikte olmaya çalışıyoruz. Daha verimli ama daha az çalışıyoruz. Hızlı ve sürekli bir üretim yapmıyoruz. Kısa zamanda yetişecek üretimler yapmıyoruz. Daha çok içimize sinen, sindire sindire, kendi yaşayabileceğimiz, yaşamak isteyeceğimiz türden projeler üretiyoruz. Ofis olarak bir projeye daha çok zaman ayırmayı seviyoruz. Çok daha fazla zaman ayırdığınızda bütün anlamda projeye, çocuklar, ev hanımları, yatırımcılar, kullanıcılar, çalışanlar, tasarımcılar açısından bakabiliyoruz.”

-          Projelerinizi çizerken en çok nelere dikkat ediyorsunuz?

“Projelerimizi tasarlarken doğallık, uzun soluklu oluşu, doğal malzemelerin kullanılması gibi özelliklere dikkat ederiz. Doğal bir yaşam bizim için olmazsa olmaz. Bununla birlikte maliyet. Bütçe bizim için çok önemli. Yatırımcının ortaya koyacağı bütçe ile optimizasyon sağlıyoruz. Yapabileceğimiz en doğal, en sağlıklı projeyi üretmeye çalışıyoruz.”

-          Proje aşamasında müteahhitlerle nasıl bir iletişiminiz oluyor?

“Projenin başlangıcından kurdelenin kesimine kadar, hep işin içerisindeyiz. Organizasyonun tamamını üstleniyoruz. Sürekli olarak bir araya geliyoruz ve sağlıklı bir proje üretiyoruz. Toplam proje sürecinin uygulama dahil olmak üzere yüzde 70’ini projeye ayırmak her zaman en doğrusu. Ve böylece uygulama süreci çok daha sağlıklı işliyor. Uygulama sürecinde ise yine hep birlikte, başından sonuna kadar, yerinde çözümlerle ilerliyoruz. Malzeme, uygulama problemleri, yerindeki çözümler, peyzaj tasarımı, kullanılacak bitki seçimine varana kadar, hep birlikte çalışıyoruz.”

-          Tasarımlarınızı kısıtlayan konular var mıdır, varsa nelerdir?

“Aslında herkes gibi bizi de kısıtlayan konular var. Bunların başında çeşitli yönetmelikler, maliyet, işçilik gibi konular geliyor. Bizi kısıtlayan faktörleri doğru kullanmak kaydıyla avantaja çevirmeyi düşünüyoruz. Bunda başarılı olunursa daha az maliyetle daha iyi sonuçlar elde edersiniz.”

“Şehrin Görüntüsü Keyif Vermeli”

-          İnşaat sektöründeki mimari zenginlik hakkında neler söylemek istersiniz?

“Bu durumu bir zenginlik olarak görmüyorum. Bu ciddi bir yoğunluk. Biran önce bir şeyleri elde etme çabasından kaynaklanıyor. Oysaki bizim hedeflerimiz ülke olarak daha kalıcı, daha sağlıklı, daha nitelikli, daha yaşanabilir projeler üretilebilir olmalı. Daha çabuk, daha hızlı ruhsat alıp, daha çabuk, daha hızlı inşaatların bitirilmesi değil, sağlıklı projeler üretilmesi olmalı. Dolayısıyla ben yaşadığım şehirde, bir şantiye havasından çok, daha doğal, yaşamaktan keyif alacağımız bir görüntü görmeyi isterim. Şantiye olmalı tabi ki. Ama bunun da farklı yöntemlerle ilerlemesi gerekiyor. Bütün amacımızın rant olmaması gerekiyor. Avrupa’ya veya Avrupa’nın değişik şehirlerine gittiğimiz zaman, sanki orada inşaat sektörü duruyormuş gibi, bir şantiye yoğunluğu görmüyoruz. Oysaki orada da şantiyeler var, inşaatlar yapılıyor ama kentin, özellikle konut alanları oturmuş, sakin, dingin bir yaşam sunuyor. Bunu sağlamalıyız.”

 “Bursa Yorgun”

-          Bursa’daki mimari gelişimi nasıl yorumluyorsunuz?

“Bir yoğunluk var, bir koşuşturmaca var, bir hız var. Ciddi anlamda bir yorgunluk var. Bursa yoruluyor, Bursa’yı yoruyoruz. Bursa’yı kendi haline bıraksak kent, daha sağlıklı gelişecek. ‘Yeşil Bursa’ zamanında yeşilmiş. Birçok kente göre yeşil bir şehirde yaşıyoruz ama önemli olan o ‘Yeşil Bursa’yı görebilmek. Bu yoğunluğun, bu koşuşturmacanın arasında ben kimsenin Bursa’nın yeşilliğini gördüğünü düşünmüyorum. Dolayısıyla Bursa’daki mimari gelişimi, o yorgunluktan ve yoğunluktan kurtardığımız ölçüde başarılı oluruz. Her şeyden biraz var Bursa’da. Bu güzel bir ölçek. Ama biz bunun değerini çok fazla bilemiyoruz. Bahsettiğim şeyin kaynağı yine o koşuşturmaca ve kenti yormamızdan kaynaklanıyor. Biz hem kendimizi yoruyoruz, hem kentimizi yoruyoruz. Bu avantajları genel olarak mimariye zaman zaman yansıtabiliyoruz.”

“Amacın Ne Olduğu Unutulmasın!”

-          Kentsel dönüşüm hakkındaki görüşlerinizi merak ediyoruz, neler söylemek istersiniz?

“Yanlış algılanıyor ve yanlış uygulanıyor. Kentsel dönüşümün kaynağı depremdir. Bu akşam deprem olmayacağının garantisini kimse veremez. Yapıların bu anlamda kalitesini ve dönüşümünü sağlamak olmalıdır asıl amaç. Şuan öyle bir noktaya geldi ki, hem kullanıcı hem yatırımcılar bu işe ciddi bir rant gözüyle bakmaya başladılar. Hem kullanıcılar yeni bir konut edinirken daha fazlasını göz etmeye başladılar, hem de yatırımcılar doğal olarak daha fazlasını göz etmeye başladılar; iş daha çok ranta döndü. Oysaki kullanıcıların şu bilinçte olmalı: Hepsinin üstüne para vererek konutlarını bunu finanse edebilmeleri lazım. Yoksa bu finans, bu sefer emsal değerinin artırılması veya daha küçük daireler yapılarak telafi edilmeye çalışıyor doğal olarak. Asıl amacın deprem olduğu ve konutların yenilenmesi olduğu gözardı edilmemeli. Kullanıcılar bu bilince erişirse, yatırımcılardan veya müteahhitlerden, uygulayıcılardan farklı taleplerde bulunmazlar, uygulayıcılar da bu talepler gelmediği zaman kentin yoğunluğunu artıran ürünler koymazlar ortaya.”

“Bursa avantajlı bir şehir”

-          Türkiye’deki mimarlık eğitiminden bahsedecek olursak, ülkemizdeki eğitim müfredatının artı ve eksi nelerdir?

“Aslında bizim ülkemizde güzel bir eğitim veriliyor ama eksik noktası bu eğitimlerin tamamen uygulamadan uzak olması. Kentimizde Uludağ Üniversitesi ciddi bir değer. Biz aslında hocalarımızın da yönlendirmesiyle pratik yaşamdan çok uzak kalmadık. Bursa’nın bazı özellikleri var bize bunu sağlayan. Çok büyük bir şehir değil. Her şeye, herkese çok rahat ulaşabildiğiniz bir yer; yerel yöneticilere, Mimarlar Odası’na, uygulayıcılara, yatırımcılara. Aslında Bursa’da Türkiye’deki mimarlık eğitiminin eksiği olan pratik konusunu çok daha rahat aşılabiliyor. İş, mimarlık öğrencilerinin tamamen kendisine kalıyor. Bu iş teorik ve pratiğin birlikte hareket ettiği bir iştir. Hiçbir zaman toplumdan, ekonomiden, sosyolojiden, psikolojiden kopamazsınız. Çünkü hepsini içinde barındırır.”

“YILLAR SONRA AYNI YERİ ÇALIŞMAK MUTLULUK VERİCİ”

-          Bursa haricinde çalışmalar yaptığınız iller var mı?

“Ofis olarak Bursa’nın haricinde İstanbul, Ankara, Çanakkale, Isparta’nın da bulunduğu Türkiye’nin çeşitli illerinde çalışmalar yaptık, yapıyoruz. Ama Bursa ölçeğinde baktığımız zaman bir senede birkaç marka konut projesi üretiyoruz, bunların yanında kamu projeleri üretiyoruz. Kamu projeleri de farklı birkaç kola ayrılabiliyor. Türkiye’de Kentsel Tasarım ile uğraşan 5-10 ofisten bir tanesiyiz. Kamu projeleri de üretiyoruz. Yıldırım Belediyesi, Osmangazi Belediyesi, Bursa Büyükşehir Belediyesi’yle çalışıyoruz. Restorasyon projeleriyle de uğraşıyoruz. Eşimle birlikte akademik hayattan kopmadık. Okullara gidiyor, dersler veriyoruz, mimarlık mesleğini tanıtıyoruz. Yüksek lisans çalışmamda Bursa Kapalı Çarşı Bölgesi’ni çalıştım. Ne mutlu ki akademik bir çalışma yaptığımız bölgede de şuanda profesyonel üretimler yapabiliyorum. Gelinlikçiler Çarşısı’nı çalıştık. Şuanda Bakırcılar Çarşısı’nı çalışıyoruz. Belediyelerle bu konuda çalışmalarımız devam ediyor. Osmangazi Belediyesi’nin Demirkapı Kentsel Dönüşüm çalışması kapsamındaki Sivil Mimarlık Örnekleri üzerine çalışıyoruz. Farklı kollarda, farklı üretimler yapıyoruz. Az ama öz çalışıyoruz.”

-          Yatay mimariye dönüş söz konusu. Bu konuda çalışmalarınız olduğunu biliyoruz. Neler söylemek istersiniz? 

“Vadi Mudanya projemizle aslında bunu başlattık. Bahçe yaşamını ön plana çıkarttık. Daha önce bahçe katları, girişi katları şerefiyesi düşük konut tipleriydi. Ama aslına bakarsanız topraktan uzaklaşmamanız lazım ki arkaik sosyeteye dönüş diye bir kavram vardır akademik kavramda. İlkel yaşamı dönmeyi arzu edersiniz ve bunun için de para harcarsınız. Aslında toprak, bahçe, hayvan hayatınızda bir çemberde. Tekrar ona dönersiniz. Bu projelerde bizim amaçladığımız şey buydu. Gökçen Prime Lifeline projesinde de az katlı, yatay bir yaşam kurguladık. Burada da bahçe yaşamı ön planda idi. Bu projelerden sonra çevremizde gördüğümüz diğer projelerde de bu yaygınlaştı. Biz taş ve ahşabı hep kullanıyorduk. Son dönemlerdeki projelerde de görüyoruz ki taş ve ahşap kullanımı artıyor. Bu bizim için sevindirici bir şey. Biz bunları uygulamaya başladığımızda bu kadar yaygın değildi. Bu yapılar hem çok büyük yapılar, hem de çok küçük yapılar; kullanım ve yaşam anlamında. Bizim için bu hep önemliydi ve böyle devam ediyoruz.”

Yorum yapabilmek için lütfen sitemizden üye girişi yapınız!
Sıradaki Haber
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.