17 Ağustos 1999 sabahı saat 03:02'de Türkiye gördüğü en önemli depremlerden biri ile sarsılmıştır. Bu deprem oldukça geniş bir alanda hasara yol açtığından Gölcük Depremi, İzmit Depremi, Marmara Depremi ya da 17 Ağustos 1999 depremi gibi farklı isimlerle tanımlanmıştır. Bu depremden 87 gün sonra 12 Kasım Düzce Depreminin yakın bölgede meydana gelmesi 1999 depremlerini ülkemiz için unutulmaz kılmıştır. Bu depremlerin çok geniş bir alanı etkilemesi sonucu önemli can ve mal kayıpları meydana gelmiştir. Bu durum ülkemizde özellikle zemin ve yapılarla ilgili teknik ve idari hususların tekrar gözden geçirilmesinin yolunu açmıştır.
1999 Depremlerinin tetiklemesi sonucu ülkemizde daha sağlam yapılar inşa etmek amacıyla bazı gelişmeler olmuştur. Bunlardan olumlu olarak değerlendirilebilecek olanlardan başlıcaları aşağıda sunulmaktadır:
Zemin incelemelerinin daha gerçekçi olarak yapılmasının yolu açılmıştır. Daha önceleri zemine ilişkin değerlerin arazi incelemesi yapılmadan bazen rastgele alındığı bilinmektedir. 1999 depremleri sonucunda arazi incelemelerinin yapılmasının yolu açılmıştır. Jeoloji ve Jeofizik mühendisleri ile inşaat mühendislerinin işbirliği içinde çalışmalarının gerekliliği ortaya çıkmıştır.
Beton kalitesinin yükselmesine yol açmıştır. Rastgele beton karışımlarının oluşturulduğu beton uygulamalarından daha kontrollü beton üretiminin yolu açılmıştır. Bu bağlamda hazır beton uygulamaları yaygınlaşmıştır.
Yapı denetim mekanizması daha etkin olarak çalıştırılmıştır. Yapı denetim şirketlerinin projenin uygulanıp uygulanmadığını şantiyede daha etkin olarak denetlemesi sonucunda teknik açıdan uygun imalatların yapılmasının yolu açılmıştır.
Deprem Yönetmeliği yeni gelişmeler ışığında güncellenmiştir. 1998’de depremden hemen önce yürürlüğe giren deprem yönetmeliği güçlendirmeyi de içerecek şekilde önemli değişiklikler yapılarak 2007 yılında güncellenmiştir. Günümüzde ise 2019 da yürürlüğe giren Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği uygulanmaktadır.
İnşaat Mühendisleri Odası üyelerinin eğitim almaları sağlanmıştır. Başlangıçta proje yapan üyelerin puanlama usulü ile seminerlere katılımı sağlanmış, ancak daha sonra bu uygulama yerini gönüllü seminerlere bırakmak durumunda kalmıştır. Yetkin mühendislik çalışmaları yapılmış ancak uygulaması bildiğim kadarı ile hukuki açıdan uygun bulunmayarak sağlanamamıştır.
İnşaat Mühendisliği bölümlerinin ders planlarında yapı dinamiği ve deprem mühendisliği ile ilgili dersler yer almaya başlamıştır. Bu dersler genel olarak bölümlerin ders planlarında halen bulunmaktadır.
Deprem-Zemin ve Yapı ile ilgi ulusal ve uluslararası konferanslar düzenlenerek akademisyenlerle mühendislerin gelişmeleri ve tecrübelerini paylaşmalarının yolu açılmıştır. Bunlardan bir kısmı halen periyodik olarak devam etmektedir.
Sigorta sisteminin yapılar için daha fazla uygulanmasının yolu açılmıştır. Zorunlu deprem sigortası uygulaması binalara ilişkin bazı işlemlerde zorunlu tutulmuştur.
Yukarıda belirtilen olumlu gelişmelerle ilgili bugün bile hâlâ önemli sorunlar olsa da, 1999 depremleri bunların gündeme güçlü bir şekilde gelmesini sağlamıştır. Uygulamadaki sorunlar da genel olarak teknik açıdan değil daha düşük maliyet parametresiyle ilgili olarak ortaya çıkmaktadır.
Bugüne geldiğimizde inşaat mühendisliği ve depreme dayanıklı yapılar inşa etme hususlarında bazı olumsuzlukların ileride bazı sorunlara yol açacağı öngörülebilir. Bunların gerçekleşmeme ya da öngörümün tersine gerçekleşme ihtimali de bulunmaktadır. Aşağıda sadece bir öngörü olarak belirtmek istediğim olumsuz hususlardan başlıcaları sunulmaktadır.
İnşaat mühendisliğini tercih eden adayların yeterli matematik ve fen alt yapıya sahip olmaması. İnşaat mühendisliği bölümleri sektörün durumundaki olumsuzluklar nedeniyle YKS sıralamasında en düşük sıralardan öğrenci alan bölümler arasına girmek durumunda kalmıştır. Bundan 10 yıl önce 20 binlerden öğrenci alan bölümler bugün 200 binlerden öğrenci almaktadır. Bu durumun oluşmasında mutlaka sektörün içinde bulunduğu durum birinci dereceden etkili olsa da İnşaat Mühendisliği Bölümlerinin sayısının (99 Devlet ve 35 Vakıf) oldukça fazla olması nedeniyle mezun sayılarının piyasanın ihtiyacından çok fazla olmasından da kaynaklanmaktadır. Nitekim 2021 yılı için öğrenciler genel olarak inşaat mühendisliğini tercih etmemişler ve kontenjanlarını doldurabilen bölümler sadece birkaç ilimizdeki inşaat mühendisliği bölümleri olmuştur. Diğer taraftan bu durumun tam tersi olarak 2019 da yürürlüğe giren Deprem Yönetmeliği önceki yönetmeliklere göre oldukça karmaşık ifadeleri ve hesapları içeren anlaşılması daha zor bir hal almıştır. Bu durumda yeni mühendislerin bu yönetmeliği anlama ve uygulama oranlarının son derece düşük düzeyde kalacağı tahminen söylenebilir. Tabii ki az sayıda da olsa kendini geliştiren çok yetenekli mühendislerin yetişeceğini de belirtmemde fayda bulunmaktadır. Bunun ne şekilde gerçekleşeceğini en iyi zaman gösterecektir. Yaklaşık beş yıl içinde ülkemizdeki inşaat mühendisliği camiası ortaya çıkan durumu net bir şekilde görecektir. Ancak inşaat mühendisliği bölümlerinin içine düştüğü bu üzücü durum dikkate alınarak bölüm sayısının ve kontenjanların gerçekçi olarak belirlenmesiyle olumsuz gibi görünen bu durum tekrar olumlu duruma dönüştürülebilir.
Kalifiye elemanların sayısının azalması. Günümüzde çok gelişmiş ülkeler diğer ülkelerin büyük maliyetlerle yetiştirdikleri kalifiye elemanları maalesef adeta hiçbir transfer ücreti vermeden kendi ülkelerine çekmektedir. Bunu yüksek ücret teklif ederek başarmaktadır. Bu ücretler karşısında iyi yetişmiş mühendis ve ustaların bir kısmının yurt dışına gittiği de bilinen bir gerçektir. Bu durumun tamamen ortadan kaldırılması oldukça zor olmasına rağmen ücretlerde yapılacak iyileştirmeler bunun önemli oranda önüne geçecektir.
Mühendis ve işçi ücret dengesinin bozulması. Ülkemizde usta bulma zorluğunun getirdiği durumun bir sonucu olarak bazı firmalarda ustalar mühendislerin bazen iki üç katı ücret alabilmektedir. Burada ustaların aldıkları ücretlerin fazla olmadığını bazı özel sektör firmalarında çalışan mühendislerin aldıkları ücretlerin çok çok düşük düzeyde kaldıklarını belirtmem uygun olmaktadır. Bu durumda mühendis-usta ilişkisinin sağlıklı olarak sağlanması imkansız denecek kadar zordur. İnşaat mühendisliği bölümlerinin sayılarının ve kontenjanlarının yeniden değerlendirilmesiyle mühendis-usta teknik ilişkisi istenen düzeylere çekilebilir. Bilgiye değer verilmesi açısından da bu durumun düzeltilmesi yerinde olacaktır.
Kentsel Dönüşüm Yasasının esasına uygun uygulamaların tam anlamıyla hayata geçirilememesi. Yasanın ruhu en basit anlatımla, insanlarımızı emniyetsiz[Mh1] binalarda yaşamaktan kurtarıp, sağlam binalarda yaşamalarını sağlamaktır. Bundan dolayı yasayı çıkaranlara ne kadar teşekkür etsek azdır. Yasanın ruhuna uygun olarak yapılan kentsel dönüşüm uygulamalarının yeterli düzeyde olduğu maalesef söylenemez. Çünkü yatırımcı için bina malikleri ile hukuki sorunlarla uğraşmak yerine şehir merkezi civarında kalmış ticari değeri yüksek olan tekil binalar ya da boş arazilere yeni yapılar yapmak karlılık açısından daha cazip olmaktadır. Bunun çözümü maalesef oldukça zordur. Çünkü kentsel dönüşüm teknik olduğu kadar sosyal ve ticari konuları da ihtiva etmektedir. Yasanın öngördüğü kentsel dönüşüm ruhuna uygun dönüşümler gerçekleştirebilmek ve bu sayede insanlarımızın sağlıksız binalardan kurtulup daha sağlıklı binalarda yaşamalarını sağlayabilmek adına yetkili kurumlarımızın yüklenicilerin gerçekten kentsel dönüşüme girmesi gereken alanlara girmesi için önderlik etmesi gerekmektedir.
17 Ağustos Depreminden sonra gelişen ve yukarıda belirtilen olumlu ya da olumsuz olaylar birlikte değerlendirildiğinde inşaat sektöründeki uygulamalar hususunda olumlu yönde bir ilerleme kaydettiğimizi net olarak söyleyebilirim. Ancak olumsuz durumlara baktığım zaman da bunların önlem alınmadan devam etmesi durumunda ülkemiz açısından durumu tersine çevireceği ve telafisi zor olumsuzlukların ortaya çıkacağı gibi bir kaygıya da sahibim.
Burada teknik hususları belirtsem de asıl sorunlar sosyal konularda olmaktadır. Maalesef bunların telafisi de çok zor olmaktadır. Zira bir genç hayal edelim, imar uygulamalarının herkese eşit bir şekilde uygulandığı kanaatini taşımıyor, şehirde gördüğü yeşil alanların her yıl biraz daha azaldığını görüyor, şehrin meydanlarının her yıl biraz daha daraltıldığını görüyor, çevresinde ve gittiği yollarda sanatsal açıdan hiçbir değeri olmayan çıkmalara sahip binaların altından dar kaldırımlarda yürümeye çalışıyor. Bu şekildeki yeşil alanlar ve ağaçlar yerine soğuk beton yüzeylerin bulunduğu ortamlarda yaşayan bir gencin kişisel gelişiminin ve ruh sağlığının ne düzeyde oluşacağı sosyal bilimcilerin konusudur. Bu genç, dar anlamda şehrini geniş anlamda ülkesini ne kadar sahiplenecektir. Bunların araştırılmasının gerekli olduğu kanaatindeyim.
Başta siyasiler ve yerel yönetimler olmak üzere hepimiz sözkonusu olumsuzlukları ortadan kaldırmak durumundayız. Ülkemizin birçok zorluğa rağmen ayakta kalabilen kadim geçmişi bunu başarabileceğimizin en önemli göstergelerinden biridir.
Bursa’mızdaki uygulamalara baktığımız zaman deprem açısından iyi uygulamaları görmek de mümkündür kötü uygulamaları görmek de mümkündür. Bursa’mızın gözbebeği Ulucami çevresindeki halk dili ile çürük yapıların yıkılarak çevresinin açılmasının takdire şayan bir uygulama olduğu kanaatindeyim. Diğer taraftan şehrin merkezinde depreme dayanıksız eski şehir stadı yıkılarak yerine millet bahçesi yapılmıştır. Bunun da son derece yerinde bir uygulama olduğunu belirtebilirim. Ancak Doğanbey uygulaması kentsel dönüşüm yasasından önce yapılsa da maalesef Bursa için son derece kötü bir uygulama olmuştur. Bunun üst katlarının tıraşlanması zaman zaman bizim tarafımızdan dillendirilse ve yetkililer tarafından gündeme getirilse de henüz bu işlem başarılamamıştır. Son yıllarda yanlış Doğanbey uygulamalarının benzerlerinin Küçük Sanayi ve çevresinde mi görüleceği kaygısını taşımaktayım. Kayapa bölgesinde yüksek binaları da içeren bir uydu kentin yapılmasını desteklemiş bir inşaat mühendisi olarak yüksek binaların yapılmasına karşı olmamız mümkün değildir. Tekniğine uygun olarak inşa edilen her türlü bina sağlam olarak inşa edilebilir. Ancak yüksek binaların şehir merkezinde çok sayıda ve yan yana olması durumunda perde duvar gibi bariyer olarak uzakları görmeyi tamamen engellemektedir. Bursa’da yoldan giden birinin gözünün ucuyla da olsa Uludağ’ı görmesi gerektiği kanaatindeyim. Dolayısıyla şehir merkezinde bu görüntüyü engelleyecek yoğun yüksek yapılara karşı olumsuz bakmaktayım.
Çok doğru bir uyarı olarak kabul ettiğim Sayın Cumhurbaşkanımızın sözleriyle yazımı bitirmek istiyorum. “Küçük hesaplar yaparsak şehirlerimize ihanet etmiş oluruz, burada kararlı duruş şart. Dikey mimariyle şehirlerimize ihanet etmiş oluruz."